Türkiye değişik bir süreçten geçiyor.
Olayların ardı arkası kesilmiyor. Yeni yıla Sözcü gazetesinin manşeti ve ona Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği cevapla başladık. İkisinin tepkisi de aşırı ve yersiz, tamamen toplumu geren bir mahiyette.
Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını felaket gibi görmek, Sözcü’nün çok büyük bir gafletidir. Nitekim ertesi gün artık ne kadar inandırıcı olduysa, Metin Yılmaz imzasıyla maksadının çarpıtıldığına dair bir metin yayımladılar. Erdoğan’a gelince biz hep karıştırıyoruz, "Cumhurbaşkanı mı, AK Parti Genel Başkanı mıdır?" diye. Verdiği tepkiler Cumhurbaşkanı’ndan ziyade AK Parti Genel Başkanının alışılmış tepkileridir.
ERKEK SİYASETÇİLERİN TÜRBAN KONUŞMASI AYIPTIR
Hayatı boyunca türban takmayacak özellikle erkek siyasetçilerin hâlâ türbanı malzeme etmeleri kadınlara yönelik bir ayıptır. CHP’de başörtülü kadın parti sorumlusu ve milletvekillerinin olmasından Erdoğan’ın çok mutlu olması gerekirken âdeta ateş püskürmesi düşündürücü bir hâl.
Hakikaten başörtüsünün kamu alanına gelebilmesi konusunda, Erdoğan ciddi mücadele verdi. İleride tarih kendisini yazarken, müspet işleri hanesinde bir konu olarak yer alacak. (Nadir işler demeyelim de başımıza iş açılmasın.) Bu sebeple CHP’deki başörtülü hanımlara “vitrin mankeni” demesi çok gereksiz bir söylem.
FİKRİ SAĞLAR'IN AÇIKLAMALARI
Fikri Sağlar’ın ‘türbanlı hâkim’ çıkışına gelince de, kendisi ile aynı dünya görüşüne sahip değilim. Ancak Fikri Sağlar’ın bu konudaki çıkışında haklı bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki; başörtülü hanımların okula gidip üniversiteye girebilmeleri, kamu alanında hareket edebilmeleri benim uzun zaman mücadele verdiğim konulardan biridir. Milletvekili olabilmeli, okula istedikleri gibi gidebilmeli. Bu konuda en ufak bir kısıtlama olmamalı. Ancak ben de tıpkı Fikri Sağlar gibi, yasamada tarafsız algısı yaratması gereken hâkim ve savcıların başörtüsü takmasını yanlış buluyorum. Hâkim ve savcıların cübbesinde düğme yoktur. Bu düğme olmayışı hiçbir ideolojiye tâbi olmayacakları, kimsenin önünde de eğilmeyeceklerinin simgesi olarak görülür.
Çok önemli bir prensip vardır. Adaletin sadece tecelli etmesi yetmez. Adaletin tecelli ettiği algısının da ortaya çıkması lâzım. Dolayısıyla hâkim ve savcılarda sadece başörtüsünün değil, Atatürk rozetinin de olmaması gerekir. Yasamada tarafsız olmaları gereken ve tarafsız olmanın yanında tarafsızlık algısı yaratmaları gereken kişilerin başörtüsü gibi simge mütalaa edilen bir giysiye sahip olmamaları, keza Atatürk rozeti gibi rozet de takmamaları gerekir.
16 NİSAN'DA ÇOĞULCU DEMOKRASİ RAFA KALKTI
Anayasanın 100’üncü yılını kutlayacağımız bu günlerde, anayasal hakların genelge veya bir talimatla kısıtlanması üzerine herkes soruyor. Türkiye hukuk düzeni içinde nereye gidiyor? Biz; 16 Nisan referandumu ile neyi kabul ettiğimizi ve anayasamızı ne hâle soktuğumuzu yeni yeni idrak ediyoruz. Anayasanın 16 Nisan'da ruhunu değiştirdik. Kuvvetler ayrımını, hukuk devletini ve çoğulcu demokrasiyi yeni anayasa ile rafa kaldırdık. Adı yeni olan anayasa ve yönetim sistemi derken hızla geriye giden bir sistemi hayata geçirdiğimizi ancak anlamaya başladık.
Şimdi de dar veya daraltılmış bölge sisteminin geleceğini ben uzun zamandır gündeme getirmeye çalıştım. Nihayet Ahmet Takan’ın yazısıyla bunun ete kemiğe bürünmeye başladığı belli oldu. İktidarın böyle bir arayış içinde olması, siyaset içerisinde normal bir davranıştır. Alabilecekleri asgari oyla azami milletvekilini çıkartmaya çalışacaklardır. Böyle bir durumda muhalefetin kendisine çekidüzen vermesi lâzım. Daraltılmış bölgede en önemli konu birinci olmaktır. 1 oy ile bile birinci olsan, %50+1’i aramadan o seçim bölgesindeki milletvekillerinin tamamını alırsın. Dar mı, daraltılmış bölge mi olacağını göreceğiz.
ERDOĞAN, İLHAN KESİCİ'Yİ 1,5 PUANLA GEÇMİŞTİ, SONRASINDAKİ KARİYERİ GÖRÜYORUZ
Ben anlıyorum ki her biri takribi dört milletvekilinden müteşekkil toplam 150 civarında bölge düşünülüyor. Bu her bir milletvekili için bir bölge olmak üzere, 600’e kadar da çıkabilir. Burada arayacakları konu; yapacakları coğrafi ve matematiksel bölüşümle, alacakları asgari oy ile azami vekili çıkarmak.
Bunu neden düşündüklerini de ortaya koymak gerekirse Recep Tayyip Erdoğan, 1994 yerel seçiminde %26,5 oyla İBB Başkanı oldu. Ardından %25 ile gelen İlhan Kesici’yi sadece 1,5 puanla geçti ve akabinde nasıl bir kariyer yaptı, hep beraber görüyoruz. Dolayısıyla o bölgede birinci parti olmak son derece önemli. Muhalefetin, özellikle de CHP’nin birinci parti olma iddiasını taşması gerekir. Ne yazık ki muhalefet bu iddiayı hiç taşımıyor.
MUHALEFETİN PARLAMENTODA ÇOĞUNLUĞU ELDE ETMESİ BUNA BAĞLI
İktidar, CHP’nin etrafında bir muhalefet ittifakı kurulmasına çalışacak. Birçok sağ muhafazakâr seçmen CHP’ye oy vermeyeceği için, Cumhur İttifakı iktidarı daha rahat elde edebileceğini düşünüyor.
Buna karşı muhalefetin yapması gereken şey çok basit. HDP seçime tek başına girecek. CHP ana muhalefet partisi olarak tek başına girecek. Geri kalan İYİ, Deva, Gelecek, Saadet Partisi bir ittifak altında tek bir çatı olarak seçime girecek. Bu üçüncü kısım da kendisini AK Parti'den daha fazla oy almaya konumlayacak. Bu dediğim hazırlık yapılmazsa Cumhur ittifakı 360-400 arası milletvekili alır. Bu dediğim yapılırsa da muhalefet bloku 360- 400 civarında vekil çıkararak parlamentoda çoğunluğu elde eder. Geldiğimiz noktada siyaseten olmasa da seçim aritmetiği açısından Bahçeli’nin HDP kapatılsın çıkışı artık bir anlam ifade ediyor.
Cumhur ittifakı dar ya da daraltılmış seçim bölgesi ile ilgili kanunu geçirebilecek parlamento çoğunluğuna sahip. Muhalefetin tüm hazırlıklarını bu ihtimalleri gözeterek ivedi olarak yapması gerekiyor. Aksi takdirde, parlamentoda muhalefetin çoğunluğa sahip olması bir hayal.