“Benim ‘Ateşten Gömlek’i eğer zaman söndürüp bir tarafa atmazsa Türk romanları arasında iki tane ‘Ateşten Gömlek’ olacak.
Belki elli sene sonra bir kütüphane rafında yan yana oturacak olan bu iki kitap Hans Andersen’in masallarındaki gibi belki dile gelir, birbirlerine geçmiş günleri söylerler. Kim bilir, o uzak gelecekte Türk gençliğinin sırtındaki ‘Ateşten Gömlek’ ne kadar bizimkilerden başka olacaktır...” böyle başlıyordu bugünlere not düşerek millî mücâdele dönemini anlattığı kitabına, Halide Edib Adıvar.
Bu cümlelerde işaret edilen gibi “Ateşten Gömlek” romanını aratmayan son yirmi yılımızdaki hikâyemizin, bazı olaylarını hatırlamakta fayda var.
Çok partili sistemde, 18 yıldır “Tek Parti” iktidarı yaşayan Türkiye’de genç olarak nelere şahit olmadık ki?..
Bitme noktasına gelen PKK terörü, 20 Mart 2003 Irak işgali ile birlikte yeniden güçlenmeye başladı.
4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Türk askerinin yani Türk Devletinin başına çuval geçirildi. Öyle büyük tepki verdik ki, tepkimiz bir “müzik notası” kadar bile, sesli olamadı!..
14 Nisan 2007’de Cumhuriyet Mitingleri başladı, geriye “Sarışın laikçi teyzeler” alaycılığındaki cümleler ve vicdan muhasebemiz kaldı.
27 Nisan 2007’de ne oldu ise birdenbire(!) bir gece yarısı e-muhtıra girdi hayatımıza...
14 Temmuz 2007’de Ümraniye’de el bombaları bulundu. Dağ, taş âdeta gömülü mühimmat doğuruyordu(!)
Birkaç ay evvel, yüz binlerce kişi meydanlarda Cumhuriyet Mitingleri yaparken bir anda TSK’nin odağında olduğu Ergenekon Terör Örgütünün(!) varlığı ortaya çıkıverdi. Beşiktaş’taki Öz, Kansız, gibi altına zırhlı araçlar verilen Cumhuriyet Savcısı unvanlı sırtlanlar aracılığıyla, Balyoz ve akabinde Eski Genelkurmay Başkanı’nın bile terörist olma iddiasıyla tutuklanmasına varan kumpas davaları.
“Türkiye Bağırsaklarını Temizliyor” denilirken, aslında bağırsaklarımıza tenyaların öbek öbek yerleştirilmesini ve TSK’nin itibarsızlaştırılıp zayıflatılmasını izleyen yıllar...
Ekim 2007’de Türkiye Irak’tan PKK elebaşlarının teslim edilmesini isteyince Talabani, “Biz hiçbir Kürt’ü Türkiye’ye teslim etmeyiz hatta bir kedisini bile.” diyerek PKK’yı Kürt temsilcisi ilan etmiş; 2009’da da ”Zaman diplomatik görüşme ve diyalog zamanıdır. PKK’ya silah bırakmasını, siyasi ve sivil çalışmalar yürütmeleri gerektiği çağrısında bulunduk. Bunun aksi durumda Irak Kürdistanı’nda kalmasınlar ve bizim için sorun yaratmasınlar. PKK liderleri bizim elimizde değil ki Türkiye’ye teslim edelim (...)” diyerek kerametini sonradan anlayacağımız, çözüm sürecinin ilk sinyallerini vermişti.
14 Mart 2008’de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle, kapatılması için dava açtı. Partiyi kapatmamakla beraber sembolik birtakım yaptırımlarla dava sonuçlandı. Laikliğin karşıtı mıydı bilmiyorum ama bugün, din kisvesi ile İslâm’ın kullanılıp, şahsi menfaatler için malzeme edilmediği, tarikat ve cemaatlerin devlette çöreklendirilmediği hiçbir kurumun kalmaması oldukça düşündürücü.
2009 yazında Oslo’da PKK ile müzakere görüşmelerinin yapıldığını çok sonraları duymuştuk. Habur tiyatrosu için sınırda kurulan çadır mahkemeleri garabeti, İmralı-Kandil irtibat hattı, Dolmabahçe mutabakatı ve nihayetinde TSK’yi kışlaya hapsedip; valilerin operasyon izni vermediği, PKK’nın şehirleri bomba tarlasına çevirip hendekler kazmasının izlendiği yıllar...
2011 yılında komşumuz Suriye’de dâhil olduğumuz, “Emevi Camisi’nde Cuma namazı kılma” hayalleri gördüğümüz siyasî atraksiyonlar ve bakmaya mecbur bırakıldığımız milyonlarca sığınmacı... O günlerde Irak’ta bugün de Suriye sınırımızda kurulan/ kurulmakta olan PKK devletçikleri de cabası.
BOP’un eş başkanlığı ile etrafımızın yangın yerine dönmesi, Ege’de 18 ada ve kayacıklarımızın Yunan işgalinde olması, Doğu Akdeniz-Kıbrıs sorunu, Süleyman Şah’ın mezarını sırtlayıp Türkiye sınırına gelmemiz... Say say bitmiyor içimizi acıtan, canımızı yakan basiretsiz ahvalimiz.
7 Haziran (2015) seçimleri ve ardından PKK’nın hiç vazgeçmediği terör eylemlerinin yeni başladığı algısıyla başlayan, yüzlerce şehit ve binlerce gazi verilerek yapılan Meskûn Mahâl Operasyonları.
ÖSYM’nin sınav sorularının çalınması, beton tanrısı müteahhitlere baraj, havaalanı yol, köprü gişelerinin bağlanması, sürekli yapılan hukuk reformlarıyla(!) yargının siyasallaştırılması, nepotizmin kurumlaştırılması, mezara giden sırlarla Dolmabahçe görüşmesi, adaletsizlik, işsizlik, eğitimin yap boz tahtasına dönmesi, şiddet gibi; tepeden tırnağa her bir yanımızın sorun yumağı olması...
“Beraber yürüdük biz yollarda…,ne istedilerse verdik... Kandırıldık, milletim ve rabbim bizi affetsin!” itirafında bulunmak zorunda kalınan, tepemizden kurşunların yağdırıldığı hain FETÖ’nün hain darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz 2016...
Sayın Bahçeli’nin deyimiyle “Fiilî durumun hukukî hâle getirildiği” 16 Nisan 2017 referandumu ile bugün gelinen yerde, Türkiye içte ve dışta 2002’den beri kaç kez Ateşten Gömlek giydi?
Kaç kez, canımızı yaktı ateş?
Ve kaç kez daha Ateşten Gömlek giymeye mecbur bırakılacağız?