Emekli Amiral Mustafa Özbey ifade verdi: "Elektronik kelepçenin takıldığı gün..."

TAKİP ET

Montrö Sözleşmesi ile ilgili açıklama yayımladıktan sonra haklarında dava açılan 104 emekli amiral arasında yer alan Emekli Amiral Mustafa Özbey ifade verdi. Özbey, "Deniz Kuvvetlerinde yaşanan ABD/FETÖ kurgulu subay/amiral toplu kıyımından sonra, yaşanacak son 'altın vuruştur" dedi.

Montrö Sözleşmesi ile ilgili yayımladıkları basın açıklaması sonrası haklarında “devletin güvenliğine veya anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma” suçundan dava açılan 104 emekli amiralin arasında yer alan Emekli Amiral Mustafa Özbey, İstanbul'da ifade verdi. 

Mustafa Özbey, talimatla Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmek üzere dün İstanbul Çağlayan Adliyesi 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde savunmasını yaptı.

"ALDATILDIK' DENİLEREK MAZERET BULANLAR İÇİN..."
Özbey, "Ağaç kökü ile yaşar. Amirallerin gösterdiği duyarlılık nedeniyle onları yargısız infaz ile yok etmek ve Deniz Kuvvetlerinin genç subayları ile ilişkilerini kesmek, telafisi mümkün olmayan bir meslek cinayetidir. Deniz Kuvvetlerinde yaşanan ABD/FETÖ kurgulu subay/amiral toplu kıyımından sonra, yaşanacak son 'altın vuruştur'. Birincisi dış kaynaklı iken, 'aldatıldık' denilerek mazeret bulanlar için, şimdi yapmakta oldukları yeni 'amiral soykırımı' sorumluluğunu atacakları 'dış güç' mazereti de artık yoktur" dedi.

Veryansıntv'nin haberine göre bundan tam bir yıl önce evinin terörle mücadele polisleri tarafından arandığını anımsatan Özbey, ‘İkamet şehri dışına çıkmama, yurtdışı yasağı, elektronik kelepçe takma tedbirleri’ ile denetimli serbestlik ile tutuksuz yargılama süreci başladığında Orduevinde başına gelen olayı ve sonrasında yaşadığı süreci şöyle anlattı:

"ORDUEVİNDEN RESMEN KOVULDUM"
“Saat 02.00 gibi Merkez Orduevine gittiğimde bana, orduevine giriş yasağı konduğunu tebliğ ettiler. Eşim ve eşyalarım ve arabamın orduevinde olduğunu söylediğimde, nöbetçiler bir yerlere telefon ettiler. Sonunda, eşim ve esyalarımı alarak “en kısa zamanda” Orduevini terk etmemi bana tebliğ etme emri aldıklarını söylediler.

Yani, 41 yıl üniformasını giyip ömrümü verdiğim için yararlanma hakkım olan orduevinden, milli savunma bakanının yasal olmayan emri ile o gece resmen kovuldum. Nöbetçilerle konuşmanın bir anlamı olmayacağı için eşimi ve eşyalarımızı alıp sabaha karşı İstanbul’a gitmek üzere yola çıktık. Evimize ulaştıktan bir gün sonra, denetimli serbestlik şubeden gelen polisler, sol ayak bileğime elektronik kelepçe taktı…

"KELEPÇENİN İZİNİ ÖMRÜNÜN SONUNA KADAR TAŞIYACAĞIM"
Ömrü bu ülkeye hizmet etmekle geçmiş olan ben ve amiral arkadaşlarım, “kaçma şüphesi” bahanesi ile ektronik kelepçe takılarak, kendilerince “aşağılanmaya uğratılmak” istendi. Elektronik kelepçeler 8/10 gün sonra çıkarıldı ama; ağır suçlar kaçma şüphesi, uyuşturucu, mafya, saldırganlık riski olan zanlılara takılan bu kelepçenin manevi izini ayağımda ve beynimde ömrümün sonuna kadar taşıyacağım.

"BASKI SÜRECİ BAŞLATILDI"
Daha sonra ulaşan bilgilerden, amiral/general’lere statüleri gereği Havaalanı VİP salonu kullanma listesinden 103 amiralin çıkarıldığı, TSK Sosyal Tesislerinin tamamından yararlanma hakkının hukuksuz şekilde ve tebliğ edilmeden yasaklandığını öğrendim.

Çok büyük mesleki bilgi ve birikimlerini akademik ünvanları ile üniversitelerde öğrenciler ile paylaşan amirallerimize ise, üniversitedeki görevlerini sonlandıracak baskı süreci başlatıldı. İş dünyasında yönetici olarak çalışanlara ise, işveren üzerinden baskı yapılarak amirallerin iş ilişkisinin kesilmesi yönünde girişimler olduğu bilgileri geldi.

Duyuruyu imzalayan amiraller içinde, güvenlik riskleri nedeniyle korumalı lojmanda oturan ve koruma personeli ile güvenliği sağlananların, lojmanlardan çıkarıldığı, korumaların geri alındığını da öğrendim. Aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen yurt dışına çıkış ve sosyal haklardaki yasal olmayan kısıtlamalar, koyulduğu şekilde devam ediyor.”

"KOPYA MESAJLAR VERİLDİ"
Duyuru yayınlandıktan sonra yaşananların karşıt görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamının çok dışında bilinçli, organize ve siyasi bir amaca yönelik olarak önceden planlanıp uygulandığını gösterdiğini vurgulayan Amiral Özbey, duyuru yayınlandıktan sonra devlet kademesindeki en üst organlardan birbirinin kopyası mesajlar verildiğini anımsattı.

“Daha ortada, hukuken ve resmen oluşmuş bir suç varlığı belli değilken, bir iddianame bile yokken, resmi yargı süreci tamamlanıp dosya önlerine geldiğinde kılı kırk yararak adaleti sağlama makamında olan iki üst mahkeme; Yargıtay ve Danıştay, süreç ile ilgili nihai yargısını şimdiden açıklayacak şekilde, amiraller duyurusunu, “Demokrasi ve hukuka aykırı girişim” olarak tanımlayabilmiştir” savunmasını şöyle sürdürdü:

“Duyurunun yapıldığı Cumartesi gecesini pazara bağlayan hafta sonu saatleri olmasına rağmen, tek merkezden ve tek kalemden çıktığı kesin bir kınama metni, yüzlerce adres tarafından sosyal medyada yayınlanmaya ve suç duyuruları sağanağı başlamıştır. Sosyal medyada da yayınlanan suç duyuruları ise, bu davayı daha başlamadan sonlandıracak kumpas varlığını tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktadır.

ORTAK METİNLE SUÇ DUYURUSU
Şöyle ki: 81 İl ve pek çok ilçeden 650 kişi, 910 Dernek, 408 Vakıf, 27 Üniversite, 550 Sendika, 46 Federasyon bu duyuru için suç duyurusunda bulunmuştur. Birbirleri ile organik, fiziki hiçbir bağı olmayan bu birey ve kurumların suç duyurularında birbirinin virgülüne kadar aynısı olan ortak basılı metin olması, aslında hepimizin tüylerini diken diken etmelidir.

Birbirinden tamamen farklı birey ve kurumlara her halde vahiy gelmiş olmalı ki, tamamı, suç duyurusunda; “Devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı suç işlemek üzere anlaşmaya varma” suçu işlediğimiz inancı ile dilekçe yazmışlardır!”

Özbey, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun duyurunun yayınlanmasının ardından sabaha kadar bu konu üzerinde çalıştıkları şeklindeki açıklamasına atıfta bulunarak, “Bu suçlamanın muhataplarından biri olarak ben şimdi, en yüksek sesle siz sayın heyete soruyorum; “Duyuru yayınlandıktan hemen sonra, icranın “sabahlara kadar çalıştık” sözünün arkasında bu organizasyonun olduğundan kuşku duymaz mısınız?” diye sordu.

"FETÖ YÖNTEMLERİ BU KEZ AMİRALLERE KARŞI UYGULANMAKTA"
FETÖ kumpaslarından çok büyük acılar çekmiş bir ülkenin yurttaşı olarak, aynı FETÖ yöntemlerinin bu kez amirallere karşı uygulamakta oluşu hepimizi ürkütmelidir” diyen Özbey, duyurunun özünden saptırılarak, “İfade özgürlüğünü baskı altına almak” amacıyla araçsallaştırıldığı ile ilgili bir örnek olayı anlattı:

“Duyurunun ardından Milli Savunma Bakanı, kınayanlar kervanına Türkiye Emekli Subaylar Derneğini de katmak için TESUD Başkanı ve bir heyeti davet etmiş, toplantı sonrasında, yayınlanan basın açıklamasında, “Amiraller duyurusunu TESUD’un da kınadığı” bilgisi paylaşılmıştır. Ancak, TESUD Başkanı (E) Tuğgeneral Namık Kemal Çalışkan, “böyle bir kınamanın ifade edilmediğini” söyleyerek, doğru olmayan bu haberde düzeltme yapmıştır. Bunun üzerine, İçişleri Bakanlığı denetçileri TESUD için derhal incelemeye başlatmış, başkan ve yönetim kurulu üyeleri görevden alınarak yerine kayyum atanmıştır! Devlet talimatı ile kınama yapmadı diye, General Çalışkan, bu kez, 103 amiralin yargı sürecine dahil edilmiştir!

Amiraller duyurusu üzerinde algı yaratılmak için, resmi bir makamın, gerçek dışı bilgi yaratma çabasının adeta suçüstü yakalanmasının ve buna onurlu şekilde direnenlerin başına nelerin geldiği ile ilgili olarak “TESUD vakası”nı, çok üzüntü verici bir örnek olarak hatırlatmak istedim.”

"SÖZÜN BİTTİĞİ YER"
Bu örnek bile, davanın siyasi ayağı ile ilgili çok güçlü emareyi ortaya çıkarmakta iken; elindeki yetkileri amirallere karşı etik olmayan, bir kısmı yasal da olmayan yargısız infazlar şeklinde kullanan bu makamın, bir de, davaya müdahil olarak katılmak istemesi sözün bittiği yerdir.”

“103 Amiral hangi büyük suçu işlemiş ki; devletin tüm gücü ile ve henüz ortada resmen tanımlanmış bir suç yok iken, hukukta masumiyet karinesi gibi çok kutsal bir kavramın varlığına rağmen, böyle bir toplu saldırı ve adeta yok etme, tam bir yargısız infaz iradesinin uygulanması durumu ile karşı karşıya kalmışlardır?” diye soran Özbey, “Duruşmaya gelmeden duyuru metnini tekrar tekrar okudum. Acaba benim gözümden kaçan ve tüm bu saldırılara neden olan suç içeren yeni bir veri bulabilir miyim diye… Bulamadım” dedi.

"DAVA HUKUKEN BAŞLAMADAN BİTMİŞ"
Davanın yürütmenin işlediği temayı yansıtan, siyasi bir dava haline getirildiğini söyleyen Özbey, “Cumhurbaşkanlığının bu davaya müdahillik dilekçesini vermesi ve hele sanıkların iddianamedeki en yüksek ceza sınırından cezalandırılmasını istemesinden sonra; asında dava usulen devam eden ama, bir yerde, hukuken başlamadan bitmiştir” ifadelerini kullandı.

"BASKI VE SİNDİRME ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ"
“Montrö ve Laiklik ile ilgili duyarlılığı paylaşmak amacıyla yapılan bir duyuru, yürütmenin toplum mühendisliğinde kullanabileceği bir baskı ve sindirme aracına dönüştürülmüştür” diyen Özbey, savunmasını şöyle sürdürdü: “İddianamenin kendisi, sürecin yargı aşamasına gelmesi, Cumhurbaşkanlığı makamının müdahil olma dilekçesi, hele Yargıtay ve Danıştay’ın hüküm açıklamış olması, karşısında, adil yargılama umudu daha en baştan yok edilmiştir.

Tamamen algı üzerinden yaratılan bir sözde suç üzerinden kurgulanan bu siyasi davada bir hukuki savunma yapmanın hiçbir değerinin olmayacağına inandığımdan, bundan sonra söyleyeceklerim, tarihe not düşme amacı taşıyacaktır.

Toplu ve organize saldırıya uğrayan imza atan amiraller; iki temel konu üzerinde duydukları kaygıları toplumla paylaşmışlardır.

Birincisi, o günlerde Montrö sözleşmesini bilinçli ve sistematik olarak önemsizleştirme ve tek imza ile bu anlaşmanın iptalinin teknik olarak mümkün olduğu imasına karşı duyulan kaygılar.

İkincisi, sarıklı /cüppeli amiralin makam aracı ile bir tarikat mekanına gittiği fotoğrafların yayınlanmasına rağmen, idarenin duyarsız kalmasından kaynaklanan laiklik ile ilgili kaygılar…

Bu kaygıların ne kadar haklı ve meşru olduğunu aradan geçen zaman hepimize gösterdi. Şimdi idare, Ukrayna/Rusya savaşının başlamasıyla, Montrö Sözleşmesi hükümlerine titizlikle uyacağını ifade edip, uyguluyor. Sözleşmenin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına sunduğu eşsiz ve alternatifsiz katma değerin nihayet fark edilmiş olması, duyuruda bu tezi savunduğu için büyük bedel ödetilen biz imzacı amirallerde, buruk bir mutluluk yarattı.

EN KUTSAL GÖREV OLARAK GÖRÜRÜZ"
Bu duyuruya imza veren 103 amiral’den tuğamiral Nejdet Şenergün,imzasından iki gün sonra 95 yaşında vefat ettiğini hatırlatan Özbey, “Takip eden günlerde, Raif Naldemir ve Orhun Özdemir komutanlarımız, seksenli yaşlarında aramızdan ayrıldı. Bahriye subaylığında, her kıdemli büyüğün astlarını kendi öz evlatları gibi görüp tüm bilgi, görgü ve birikimlerini onlara aktarma gibi, geleneksel ve etik sorumluluğu vardır. Amiralleler ise, kırk yılı aşkın ortalama birikimleri ile genç subaylar için ufuklarını açan, yol gösteren adeta birer kutup yıldızlarıdır. İşte bu nedenledir ki biz emekli amiraller ömrümüz sona ermeden, tüm bilgi ve birikimlerimizi genç meslektaşlarımıza aktarmayı en kutsal “son görev” olarak görürüz” dedi.

"NE KADAR ACI VE UTANÇ VERİCİ"
İddianameden öğreniyoruz ki, telefonlarımız dinlenmiş ve görevdeki hangi subaylarla ilişkimizin olduğunu tespit için adeta bir cadı avı başlatılmış! Meğer o dönemde meslekteki genç evlatlarımız ile telefonda görüşmeyerek farkında olmadan onların mesleğinin, geleceklerinin karartılmamasını sağlamışız! Ne kadar acı ve utanç verici…

Bizlerden genç evlatlarımıza, vatan, bahriye sevgisi ve “büyük bir aşkla görevinize sarılınız” telkininden başka kirli yönlendirme beklentisi ile telefonlarımızı dinleten zihniyeti tüm varlığımla kınıyorum.

Biz emekli amirallerin kırk yıl ortalama meslek yaşı ile toplam birikimleri “4000 yıl” yazı ile de yazmak gerekirse tam “dört bin yıldır”.

"YENİ AMİRAL SOYKIRIMI"
İmzaladıkları duyuruyu, ülkede ifade özgürlüğünü sınırlamak, toplum üzerinde baskı yaratmak için “araçsallaştırma” uğruna, biz şerefli amiralleri “şeytanlaştırarak”, meslekteki evlatlarımız ile aramıza korku ve iletişimsizlik duvarı koymak bu güzide meslekte yapılacak en büyük kıyımlardan biridir.

Ağaç kökü ile yaşar. Amirallerin gösterdiği duyarlılık nedeniyle onları yargısız infaz ile yok etmek ve Deniz Kuvvetlerinin genç subayları ile ilişkilerini kesmek, telafisi mümkün olmayan bir meslek cinayetidir. Deniz Kuvvetlerinde yaşanan ABD/FETÖ kurgulu subay/amiral toplu kıyımından sonra, yaşanacak son “altın vuruştur”. Birincisi dış kaynaklı iken, “aldatıldık” denilerek mazeret bulanlar için, şimdi yapmakta oldukları yeni “amiral soykırımı” sorumluluğunu atılacakları “dış güç” mazereti de artık yoktur.

Utanç dolu bu uygulamanın en kısa sürede ortadan kaldırılmasında, başta deniz kuvvetleri komutanlığı olmak üzere, sorumlu makamları sağduyu ve göreve davet ediyorum.”

BU DAVADA BİZLER YARGILANMIYORUZ’
Amiral Özbey, savunmasını şu sözlerle tamamladı:

“103 şerefli amiral davası” olarak tarihe geçecek bu dava ile, aslında birey olarak bizler yargılanmıyoruz.

Bu dava ile ifade özgürlüğü kavramının sınırları yargılanıyor. Bireylerin masumiyet karinesinin bu ülkede geçerliliği yargılanıyor. FETÖ kumpas davalarında, yaşayarak maddi ve manevi bedelini büyük acılarla ödediğimiz siyasi amaca göre sipariş verilip hazırlanan sahte deliller yaratarak suç ve suçlu yaratma döneminin devam edip etmemekte olduğu olgusu yargılanıyor.

Anayasamızın 138’nci maddesinde güvence altına alınan özgür ve bağımsız mahkemelere ima yollu bile olsa emir, talimat, tavsiye, ve telkinde bulunulamayacağı ilkesi, yani yargının siyasallaşmaması ilkesi yargılanıyor.

Bu çok zor ve büyük sorumluluğun sizlerin üzerinde olduğunu biliyorum. Alacağınız kararın tarihe, yakın geçmişte çok yara alan hukukun üstünlüğü ilkesini bu kez yücelten ve hukuk devleti olma yönündeki umutları yeşerten yönde olmasını diliyorum.”

mustafa özbey amiral montrö bildiri ifade